1. Giriş
Bu çalışma, başlık olarak her ne kadar din ve dini algılayışı içeriyorsa da etnografik bir betimleme olarak kaleme alınmış, dinin esasları ve felsefesi üzerine bilgiler ve veriler bildirinin kapsamı dışında bırakılmıştır. Bildiri, Hatay Nusayrileri üzerine 1998 yılı Ağustos ayında Hatay ilinde yapılan bir alan araştırmasının verilerinden ve gözlem sonuçlarından yararlanılarak inşa edilmiştir.[1]
2. Genel
Bugün Türkiye’de Nusayri, İçel ve Adana illerinde Arap Uşağı, Fellah olarak da anılan ʽAlavîlerin sayıları hakkında kesin bir bilgi yoktur. Nasıl bulunduğu hususu, metodolojik açıdan tartışmaya açık olmakla birlikte, 1996 yılı itibariyle Hatay’ın yaklaşık % 29’unun ʽAlavî olduğu ileri sürülmektedir.[3] Türkiye’de genelde yoğunlukla Hatay, Adana ve İçel illerinde; yaşamaktadırlar.[4] Sayıca en yoğun bir şekilde Antakya -Harbiye mahallesi- İskenderun ve Samandağı’nda bulunmaktadırlar. Arapça’nın yanı sıra, Türkçe de bilmektedirler.[5]
Onların dini cemaat olarak 9. yüzyılda yaşamış Muhammed b. Nusayri’ye dayanan kökenleri bulunmaktadır[6] ve onlar 11. yüzyıldan beri Nusayri olarak tanınmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun geç döneminde, “Türkmenler’le çevrili bir denizde Arapça konuşan bir etnik grup”[7] şeklinde görülen Nusayriler, kendilerini Ali’nin müritleri (ʽAlavî) olarak adlandırdılar ve böylelikle Şii mezhebe yakınlıklarını belirttiler.[8] Ancak, tıpkı Anadolu Aleviliğinde olduğu üzere, Nusayriler de inanç itibariyle Sünniler kadar Şiilere uzaktır. Şii düşünce tarzı ve ibadet şekilleri, Nusayriler tarafından “aşırılık” şekline yorumlanmaktadır. Bu bağlamda, Sünni inanç tarzı Şiilere göre, daha “liberal” olarak algılanmaktadır.
3. Kendilerini ve Alevileri Nasıl Algılıyorlar?
Cemaat içindeki yaygın kanaate göre, Lazkiye’den İçel’e kadar uzanan coğrafi bölgede yaşayan ʽAlavîler, kendilerini Hz. Peygamber’in yardımcıları ve Ensâr (Medineli) olarak görmektedirler.[9] Günümüzde onlara Sünniler tarafından Nusayri denilmekle birlikte, mümbit hilal olarak adlandırılan bölgede yaşadıkları için, onlar daha çok çiftçilikle uğraşıyorlardı ve bundan dolayı da yine Sünniler tarafından Fellah [10] olarak adlandırıldı.
Babasoylu bir yaklaşım tarzı ile Hatay ʽAlavîleri, kendilerinin ve Adana, İçel’de yaşayan ʽAlavîlerin, Lazkiye’den geldiğini belirtmekle birlikte, mitolojik unsurlarla desteklenen söylencelerle, tarihsel kökenlerini Hz. Muhammed ve Hz. Ali dönemine kadar götürmektedirler. Söylenceye göre, Hz. Muhammed ve Hz. Ali, o dönemde Rumların yaşadığı bu yerleri almak için asker göndermiş; bu askerler de daha sonra bir daha Mekke’ye dönmemiş; Lazkiye’de kalmıştır.[11] Anayerli bir yaklaşım tarzını reddeden onlar, günümüz Nusayrilerinin atalarının, bu askerler olduğunu ileri sürmektedirler. Nitekim, bu konuda genel kabul gören genellemeler, söylenceler şeklinde ortaya çıkarılmakta ve sunulmaktadır.
ʽAlavîsentrik bir yaklaşımla, yani herşeyin merkezine kendilerini koyan Hatay ʽAlavîleri, Anadolu Aleviliğinin inanç kökeni kendi inançlarına, etnik kökenleri de kendi etnik gruplarına dayandırmaktadır.[12] Bu bağlamda onlar, Anadolu Alevileriyle dil farklılıklarını “Lazkiye’den Anadolu’ya gelip, kendi dillerini unuttular” diyerek açıklamaktadır. Örneğin, “Tahtacılar, Lazkiye’den gelmiş olan ʽAlavîlerdir. Onlar, bir Sultan zamanında İstanbul’a ağaç gerekince Lazkiye’den Edremit yöresine gelmişler ve zamanla oraya yerleşmişler; bu esnada, orada kendi dillerini unutmuşlardır.”[13] (Ali Özalp, DT. 1920, DY. Harbiye/Antakya)
Hatay ʽAlavîlerine göre, Anadolu’ya gelen ʽAlavîlere, burada Kızılbaş, Tahtacı, Hacı Bektaşi gibi çeşitli adlar verilmiştir. Alevilik öğretisi ya da din ve din bilgisi ise, Hz. Ali ile başlayan ve Muhammed el-Mehdî ile tamamlanan bir süreçtir ve bu süreç sonucunda oluşmuş; Müslümanlık, ancak Oniki İmamın soyuyla bir yörüngeye oturabilmiştir.
4. Benzerlikler-Farklılıklar
Her ne kadar günümüzde Anadolu Alevi tarihinin ve kültürünün bir parçası olarak düşünülse de Nusayrilik, gerek din tarihi, gerek öğretileri-dini rituelleri ve gerekse dil ile içerdiği sosyal grup açısından Anadolu Aleviliğinden farklıdır. Diğer bir anlatımla, Anadolu Aleviliğindeki tarikat sırrı anlayışı, Ehlibeyt sevgisi Nusayrilik ile Anadolu Aleviliğini yakınlaştırmakla birlikte, muhteva açısından iki cemaat arasında farklılıklar görülmektedir.[14]
Ehlibeyt anlayışı ve Aleviliğe yönelik olumsuz yakıştırmalar, özellikle “sapkın” (heretique) olarak görülmeleri[15], yine iki cemaatin ortak özelliklerine örnektir. Ehlibeyt sevgisi, Nusayrileri Anadolu Alevileri gibi Şiilere yakınlaştırmaktadır.
Anadolu Aleviliğinin inanç rituellerinde Buyruk; Nusayrilerde, doğrudan Kuranıkerim esastır. Ayinlerde Anadolu Aleviliğinde kadın-erkek beraberken, Nusayrilerde ayrıdır, ayin erkekler tarafından yapılır. Öte yandan Anadolu Aleviliğinde ayinin çarkları olan hizmetler (oniki hizmet) ile müzik-saz ve semah, ritueli oluştururken, bunlara Nusayrilerde rastlanmamaktadır.[16]
Dini lider Nusayrilerde şeyh, Anadolu Alevilerinde dededir. Şeyhlik ve dedelik soydan gelir, soya dayalıdır. İkisi de dini bir kast oluşturur. Ancak atası, babası şeyh veya dede olan kişi şeyh veya dede olabilir. Şeyhin veya dedenin karısı da şeyh veya dede soyundan gelmelidir. Buna karşın şeyhlik, büyük erkek evlat; dedelik ise, genel hatlarıyla tüm erkek evlatlar kanalıyla yürür. Şeyhlik, kıdem itibariyle büyük erkek evlat kanalıyla yürürken, o istemediği-yapmadığı takdirde, varsa amcaya geçer.
Alevilerin dedeleri, genelde Hacı Bektaş Veli’yi pir olarak tanırken, Nusayri şeyhleri Hacı Bektaş Veli’yi dini bir lider olarak kabul etmezler. Nusayri şeyhlerinin soyu, 4. İmam Zeyne’l-âbidîn’e (659-713); Alevi dedelerinin soy zinciri de genelde 4. İmam’dan başlayarak 8. İmam Ali er-Rızâ’ya (765-818) kadar[17] dayandırılmaktadır.
Her ikisisinin teolojisi İslam teolojisine dayanmakla birlikte, Nusayriliğin teolojisi, Anadolu Aleviliğine göre daha güçlüdür. Alevilikte Şamanizmle bezenmiş Hacı Bektaş mitolojisi, Nusayrilikte ise, Hz. Ali’yi merkez alan İslami mitoloji[18] daha belirgindir. Bu bağlamda hemen belirtilmelidir ki, Hatay ʽAlavîlerinin anadilleri Arapça olduğundan, onlar bunu dini anlamda avantajlı bir niteliğe büründürüp, “Arapça bildiğimiz için, biz kök bilgileri muhafaza ediyoruz” demektedirler.
5. Ayin
Hatay ʽAlavîleri arasında, ayine Ceme denilir. Ayinler, senenin değişik tarihlerinde tekrarlanır ve genelde kutsal kabul edilen ziyarette gerçekleştirilir. Ayinde Anadolu Aleviliğinde görülen ve ayinin temel unsurlarını oluşturan, semah ve oniki hizmet yoktur ve ona sadece erkekler katılır; kadınlar katıl(a)maz.
Ayin yapılacağı zaman, düzenleyen kişi tarafından davet çıkarılır. Daveti, ücret ödenen belirli kişiler yapar. Çağrılacak kişiler, sayıca 10’dan azsa, o zaman davetçi olarak çocuklar gönderilir. Ayine, sadece davet edilenler katılır. Ayinde, güzel kokulu Reyhan ve Bakhur bitkisi bulundurulur. Katılanlara, öncelikle cemaat güzel koksun diye Reyhan bitkisi dağıtılır ve ona el sürülür.
Ayinde beş kişi görevlidir ve onlar olmadan ayin yürütülmez. Görevliler, şeyh, sağ kolu, sol kolu, ayak yardımcısı ve davet sahibidir. Ayinde şeyhin yorum yapma (kuralları duruma göre değiştirme) olanağı her zaman bulunduğundan, görevlilerin sayısı, aynı zamanda ayinin olabilmesi için gerekli en az sayıda katılımcının da sayısıdır. Ancak, bununla birlikte, genelde ayinin yapılması için en az yedi kişi gerekir. Eğer, yedi kişi yok ise, şeyhin yorumuyla, görevli beş kişi ile de ayin yapılabilir.
Ayinde Ehlibeyt bulundurulur; yani ayini yöneten Ehlibeyt soyundan geldiği düşünülen şeyhtir. Şeyhe ve onun makamına gösterilen saygı, Hz. Peygamber’e ve Ehlibeyte gösterilen saygıdır. İnanca göre, Allah her yerde ve her taraftadır. Bu nedenle, ayinde oturma kuralı ve yönü yoktur. Diğer bir deyişle, her taraf kıbledir. İstenirse ya da gerekirse, halka biçiminde de oturulur. Şeyhin yanında, karşısında veya arkasında oturanlar da bulunabilir. Ayini yöneten, yönlendiren ve ayinde Kuranıkerim okuyan şeyhin yanı sıra, onun sağında sağ kol, solunda sol kol denilen iki yardımcısı daha vardır. Onlar ayinin yürümesi esnasında şeyh bir hata yaparsa veya bir aksama olursa, müdahale eder, düzeltir ve aksaklıkları giderirler. Onlardan başka ayinde gerekli hizmetleri yapan, Reyhan ya da Bakhur bitkisini getiren, dağıtan ayak yardımcısı olarak adlandırabileceğimiz bir delikanlı, görevli olarak bulunmaktadır. Davet sahibi de ayinde mutlaka bulunmak zorundadır. Onu görevi, gelenleri karşılamaktır. Ayinin son kısmı olan yemeği hazırla(t)maktır.
Ayinin önemli bir kısmında, Kuranıkerim’den ayetler, Hz. Ali’den öğütler, şeyh tarafından okunur. Ehlibeyt-Oniki İmam ve Kerbela zikredilir. Saz yoktur; ancak şiir vardır. Şeyhlerin yazdığı özel şiirler, mersiyeler (ağıtlar) dillendirilir. Burada Hz. Ali’ye methiyeler düzülür. Ayinin sonuna doğru, sadece şeyhin verdiği yetki ile bir başkası da dua ve mersiye okuyabilir. Bunlar, şeyhin sağ tarafında oturan sağ kolu ve sol tarafında oturan sol koludur. Ayin dili, şiirler de dahil olmak üzere baştan sona Arapçadır. Ayin Fâtiha suresiyle son aşamaya getirilir. Fâtiha suresiyle birlikte, herkes Oniki İmamın adını okur, anar. Bunu yemek izler. Yemekte, tıpkı namazdan sonra olduğu gibi içki de içilebilir. Ayinden önce bir koç kurban olarak kesilir. Eğer koç kesilemezse, mutlaka kasaptan bir koç kellesi getirilir. Yemekte kurban ya da koç kellesi yenilir.
6. Ziyaret
Hatay ʽAlavîlerine göre, Muaviye ile Hz. Ali arasındaki uyuşmazlık sonucunda, Muaviye’nin Hz. Ali’yi sevenlerin baş kaldırmaması için, camilerde hutbe okutarak, Hz. Ali’yi kötülemesi[19], Alevilerin camiye girmemesine yol açmış; bu durum, ʽAlavîlerin ancak cami dışında namaz kılabilmelerini sağlamıştır. Sonuçta ʽAlavîler camiyi bıraktılar; ama, beş vakit namazı kendi usullerince[20] kıldılar. Cami dışında alternatif ibadet merkezleri bulma çabalarının da bir sonucu olarak ziyaretler birer dini merkez olarak önem kazanmıştır.
Hatay ʽAlavîleri için ziyaret, bir noktadır. Bu anlamda o, başı sonu belli olmayan bir döngüdür. Gündelik hayatın ve dini hayatın merkezinde; gündelik ve dini hayatın kesiştiği bir yer, kutsal bir mekândır. Ziyaret, her yerde, her yerleşim biriminde ya da ona yakın bir yerde vardır.
Bir yerin ziyaret olması için, kutsal bir mezarın, yatırın bulunması şart değildir. Güzel, iyi ve oturulacak bir yer, dağ-su başı, yeşil bir alan, ağaçlık olması yeterlidir. Bu yer zamanla kutsanmakta, yatır bezenmekte ve bir anlamda doğa kültü ile atalar kültü iç içe girmekte-geçmektedir.
Ziyaret, adakların adandığı, değişik umarlar için başvurulan bir yerdir. Yatırla ayrı bir anlam kazanan ziyarete, umarlar için gidenler, değişik eşyalar bırakmaktadır. Örneğin, Şıh Yahya’ya genelde çocuğu olmayan kadınlar gitmektedir. Oraya çocukları olsun diye, beşik bırakmakta; çocuklu yoksul kadınlar, bu beşikleri alıp, kullanmakta; çocuklarını bunlarda büyütmektedir. Çocuklar büyüyünce de ziyareten alınan beşikler geri getirilmektedir. Beşik bırakamayan kadınlar, yaptıkları beşik maketlerini ziyarete değişik yerlerine, pencerelerine asmaktadır.
Ziyarete ait olan ya da oraya bırakılan şeyler, kutsaldır. Onlar kullanılabilir; ama çalınamaz. Bununla ilgili tabu vardır ve o, söylencelerle pekiştirilmektedir. Örneğin: Şeyh Hasan’ın kapısını çalan hırsız, kapıyı sırtından bir türlü indiremez. Sonunda tekrar geriye götürür ve kapıyı sırtından indirebilir.
Ziyaret, mutlaka geceleri aydınlatılmaktadır. Eskiden kandil yakılırmış; günümüzde elektrik. Ziyaretin içinde Oniki İmamların adlarının zikredildiği yazılar; Bakhur bitkisi ve onun yakıldığı buhurdanlar; Kuranıkerim mutlaka vardır. Ziyarete gidenler, gece orada kalabilir; ancak içinde asla yatılmaz. Hemen her ziyarette davet verilir. Davetlilere ve herkese yemek dağıtılır. Tanınmış ziyaretlerde mutlaka bir aşevi bulunur. Ziyaretteki kap-kacak, evlerde sürekli olmamak koşuluyla, ancak ziyafet verildiğinde kullanılabilir. İşi bittikten sonra geri getirilir.
Şıh Yahya, Şeyh Hasan ünlü ziyaretlerdir. Birçok yerde Hızır makamı ziyaret olarak bulunmaktadır.[21]
7. Tenasüh-Reinkarnation[22]
Ruh göçü (Seelenwanderung), inancın önemli bir parçasıdır. Nusayri olan bir kişi tekrar tekrar dünyaya gelebilir (reinkarnation). Bunun temel koşulu, temiz-arınmış bir kişi olmasıdır. Günahlarından-kötülüklerinden arınmayanların yeniden hayata gelmesi, doğması mümkün değildir.
Dünyaya yeniden gelme, yeniden doğuş, inanca göre, cennete gitme yerinedir. Bunun alametleri vardır. Vücudunda bir iz ya da konuşmaya başladıkça eskiyi hatırlayıp, anlatması gibi. Doğacak bebeğin yerine geçme, yanına gelmedir. Öncelikle doğum yapacak kişiye bebeğin yerine geçecek ruh rüyada belirir, görünür. Yaşanılan, bulunulan mekândan ve önceki akrabadan uzak bir yeniden dünyaya gelme, kolay gözükmez.
Ruh göçüne uygun bir akrabalık terminolojisi geliştirilmemiştir. Örneğin dedesinin babası ya da annesi yeniden dünyaya geldiğinde o, sadece bebektir. Büyüdüğünde ise evlat.
Ölen akrabalar, sürekli yeni doğan bebeklerle yeniden dünyaya gelir. Bu, Hz. Ali’den başlayarak ebediyete doğru oluşan, atalarla durmadan yenilenen açık uçlu bir süreç gibidir.
8. Sonuç
Bugüne kadar, Türkiye’de yaşayan Nusayriler ya da Türkiye Nusayrileri üzerine yapılan akademik çalışmalar derlemeler ve diğer dini cemaatlere ve etnik gruplara oranla son derece sınırlıdır. 1990’lı yıllarda Anadolu Alevileri üzerine ardı ardına giderek artan bir şekilde çıkan yayınlar arasında, Nusayrilere ve Nusayriliğe yönelik az sayıda yayın da dikkati çekmektedir. Nusayri şeyhleri olan Nasreddin Eskiocak’ın[23], Mahmut Reyhani’nin[24], Şerafettin Serin’in[25] kendi inançlarını emik bir yaklaşımla anlatmaya-tanıtmaya yönelik eserlerinin dışında, et-Tâvîl’in[26] 1924’te Arapça yayınlanan “Târîhü’l- ʽAleviyyîn” adlı eserinin çevirisi ve Ömer Uluçay’ın[27] konu üzerine yapılan çalışmaları ana hatlarıyla topladığı derlemesiyle, Nusayrilik üzerine olan matbuat da bir ivme kazanmıştır.
Bunların dışında konu 1997 yılında İstanbul’da yapılan “Tarihî ve Kültürel Boyutlarıyla Türkiye’de Alevîler, Bektaşîler, Nusayrîler” adlı bir bilimsel toplantıda Nusayrilik Türkiye’de ilk kez ele alınmış ve İlber Ortaylı, Kais Firro, Mustafa Öz gibi bilim adamları tarafından değişik boyutlarıyla etik bir yaklaşımla irdelenmiştir.[28]
Yıllardan beri Almanya’da yaşayan bu bildiri sahibi, özellikle konu üzerine Almanya’da yapılan akademik çalışmalarda bir kıpırdanış görmektedir. 1950’li yıllarda Rudolf Strothmann’ın başını çektiği akademik çalışmalarla başlayan haraketi, magister ve doktora tezlerinin yapılmasına zemin oluşturmuştur. Bu bağlamda akla ilk gelen isimler, Suriye politikasında politik bir güç olarak Nusayrileri ele alan Gregor Voss[29] ve Almanya’da erkek çocukların entegrasyonu bazında Nusayrileri irdeleyen Mehmet Ferit Mustu’dur.[30] Nusayriler, yine 1995 yılında Berlin’de düzenlenen bir sempozyumda da milliyetçilik akımıyla ilişkileri kapsamında (Kais Firro tarafından) ele alınmıştır.[31]
Türkiye’de ise, 1973 yılında Ahmet Turan’ın Fransa’da yaptığı doktora tezinden[32] sonra konu üzerine özel olarak çalışan bilim adamı pek çıkmamıştır.
Herşeyden önce, Türkiye Nusayrilerinin inançlarının gündelik hayattaki fonksiyonel yapısını ve inancın bireysel-politik ilişkilere yansımasını anlayabilmek ve irdeleyebilmek için, ayrıntılı etnografik betimlemelere, bilimsel araştırmalara ihtiyaç vardır. Çünkü, ancak bu ve benzer araştırmalar sayesinde Türkiye toplumunun sosyal-politik yapısı, dinamizminin yönü-ivmesi üzerine ve toplumsal hoşgörüyü sağlayabilecek güçlü verilere ulaşabiliriz.
* Bkz. İsmail Engin: “Hatay Nusayrilerinde Din ve Dini Algılayış” Uluslararası Anadolu İnançları Kongresi Bildirileri (23-28 Ekim 2000, Ürgüp / Nevşehir). Ankara: ERVAK Yayınları 2001: 245-252.
Dr İsmail Engin Şubat 2012